31 Aralık 2010 Cuma

bu hayat bana bayat


bu yılbaşı da evdeyim. geriye doğru bakınca eğlenceli geçirdiğim hiçbir yılbaşı hatırlamıyorum. hatta bazı yılbaşlarını hiç hatırlamıyorum. peh.

bu sene bi de hasta oldum. o da çok süper oldu. kendimi iyice loser hissedeyim diye sürpriz bir bonus. evde de olsam en azından şarabımı içerim keyiflenirim derken.. aman nese. iyice emolaştım. ne var yani? naabalım. 2010'un nesi güzel oldu ki sonu güzel olsun?

dost yok, aşk yok, iç huzur yok.. 2011'den tüm bunları getirmesini istemek de biraz haksızlık oluyo. üstüme varmasın yeter modundayım. teğet geç beni 2011. hiç bulaşma. bişi istemiorum. valla.

30 Aralık 2010 Perşembe

2010 bi sktr olup gider misin?


evet canım, sana diyorum. bi an önce defol git, giderken çöplüklerini de götür bi zahmet. mersi.

ne yazıcaktım ben?.. evet, "ne hayatlar var." yazıcaktım. aslında bu başlı başına bi blog konusu olabilir ama her aklıma gelen için bi blog aça aça zaten 38495 tane blogum oldu. her konuya blog açılmaz beybi. ya da açtın mı içini dolduracaksın. ilkokul 5 günlüğü gibi skindrik (evet doluyum biraz, ikide bir küfretmem lazım geliyor) günlük yaşam aktivitesi kaydı gibi de yazılmaz.

nese konumuza dönelim. hep böle bişi yazmak için gaza geliyorum. sonra ya tembellik üstün geliyor ya da araya bişi giriyor gaz gidiyo. hayatımın hikayesi.

ne hayatlar var!

kıskanıyorum abi. bi sürü arkadaşı olan, vazgeçilmezmiş gibi görünen insanları kıskanıyorum. aranıp sorulan, hemen kan kaynatılan. ne yiyip ne içiyosunuz, karşınızdakine ne diosunuz da böle sevilen, aranılan bi tip oluosunuz ulan? nedir yani? geçenlerde gene sizi düşünüodum, aklıma "hatebook diye bişi olsa, nefretimizi kussak" düşüncesi geldi. tabii ki varmış öle bişi ama bakma sen, amaç gene sosyalleşmek. karı kız götürmek. yemezler!

allahtan blog şeysi var da içimizi dökebiliyoruz. annemiz okuyacak derdi de yok. gayet anonim. seneler sonra dolaplar toplanırken karşımıza çıkan ve ilk bikaç sayfasında, yazıldığı tarihte (kendimizce!) pek anlamlı olan ama artık zerre duygulandırmayan, hatta unutulmuş saçmalıkların olduğu 3049039 tane atsan atılmaz günlük derdine son.

sırf o günlükleri imha etmek için kağıt kesme makinesi alıcam bigün. şöminem de yok amk, romantik romantik yakabileyim. ofis imha ekibi gibi kağıt kesme hayali kuruyorum. maazallah bigün ölüp gitsem arkamda bırakıcaam çöplüğün haddi hesabı yok. ben bile şimdi okuyunca dalga geçiyorum o zamanki kendimde. bi de başkalarının eline geçerse merhumenin arkasından ne gülerler diye düşündükçe hiç ölesim gelmio.

3. kez konumuza geri dönecek olursak, galiba işin çözümü kendini fazla önemsemeyi bırakmak. da ben de kendimi önemsemeyi bırakırsam beni kim önemsicek yahu? işte böle içinden çıkılmaz bi mesele.

17 Ekim 2010 Pazar

nefret dolu olmak kendi başınayken bir şekilde tolere edilen bir durum, ama evde bir nefret dolu daha varsa.. cinnete giden yolun böyle bir başlangıcı olsa gerek.

çözüm nedir gerçekten bilemiyorum. bütün olay bi herif bulup çift olmak mı yani? bu mudur hayatın anlamı. çift olunca normal mi hissedicem. ne acı. toplumun kuralları ne kadar işlemiş kanıma. dönüp dolaşıp tüm sorunların çözümü, sosyal zavallılıktan kurtulmanın tek yolu olarak çift olmayı buluyorum. insanların ilişki için cinayet işlemelerine şaşırmamak gerek.

en önemsiz kişinin düşünceleriyle bile yıkılabilen (ya da çoşabilen) biri olarak toplum içinde tek başıma gururla var olmayı gerçekten hissederek) asla başaramayacağım sanırım.

bir ilişkiye kapağı atmışların, genelde kadınların, ya çift ol ya da öl! kafasıyla savaşmam söz konusu bile olamaz. bu durumda ya, onların bana layık gördüğü başka bir zavallıyla mecburi bir çift oluşturacağım ya da dışlanmış bir tek olarak zor bir hayat geçireceğim. iki türlüsü de bok. hangisi daha bok bilemiorum. keşke güçlü olsam da yalnızlığı sadece görünüşte değil de gerçekte de kabul edebilsem. şu ana kadar bu kaçınılmaz gerçeği yalnızca kendime acımak anlamında idrak edebildim. hala saçma bir şekilde kabullenebilmiş değilim. umut dünyası. dünya üzerinde olup olmadığını bile bilemediğim bir şeyin hayali.

şu 2012 geyiği keşke gerçek olsa, keşke zihinsel bi aydınlanma yaşasak insanlık olarak. belki bu cendereden kurtulurdum o zaman.
insanların sosyal medya ve gecıtlarıyla hava basması acayip derecede sinirimi bozuyor. lanet olsun! çok sosyaliz ve çok fena eğlenioruz! reklamları. cehenneme kadar yolunuz var!

13 Ekim 2010 Çarşamba

tamam..çok boktan bir bloggerım kabul ediyorum. mükemmeliyetçilikten vazgeçmek gerekiyor artık yavaştan yaş kemale eriyor. (diyorsun!)

bence birileri, gelişigüzel zamanlarda facebooktan veya cepten mesaj atacak bi program geliştirmeli. kendimizi kandırmaya ihtiyacımız sonsuz. şimdi halimi hatrımı soran, tumblr fotolarındaki gibi "seni deli gibin seviyorummmmm..sen yıldız olsan ben gözyüzün olurum" sululuğunda bi mesaj alsam mutlu olmaz mıyım? olurum.

şimdi, bi yazılımdan gelen mesajı ne yapacaksın dememek lazım sayın şekilci altbeyin. üzerinize afiyet vakti zamanında benzeri mesajlar kutularımıza düştüğünde onlara nasıl davrandık, tabii ki kıçımızla gülerek! çünkü may frend, herkes taklitçilik peşinde, zırvaları, ordan burdan duydukları klişeleri o kadar özümsüyorlar ki, gerçekten hissediyorlarmış gibi bize satmaya çalışıyorlar...yemezler!

ama insanız, o kadar dizi izliyoruz fln, beynimiz yıkanıyor haliyle. e sevgiye de hiçbir zaman doyamadık (seni de katıyorum alt beyin) o halde her türlü sevgi gösterisine aslında açığız/açız. yazılımdan gelse bile. hiç olmazsa ondan gelen güzel kelamlar siberalemin sonsuzluğunda ilelebet dolanacak, gerçek olduğunu iddia eden insanlardan duyduklarımızın aksine.

kış gelirkene..

her yaptığım iş gibi büyük bir gazla başladığım bu blog işini de savsakladım.
"çocuum yazın ne yaptın?" temalı bir kompozisyon yazamıcam şimdi. insan-ı kamil olamadım hala tabii ki. ama araştırmalarım sürüyor.



en iyi 5 listem:

* andrew vanwyngarden
* veronica mars
* netbook'um <3
* kayra roze
* tumblr

16 Haziran 2010 Çarşamba

her sene aynı..

doğum günüm yaklaşırken içimi o bildik derin sıkıntı ve hüzün basmaya başladı. 2003'teki doğum günümde tek başıma sinemaya gidip donnie darko izleyişim ne güzeldi. insanların yapmacık kutlamalarından uzak. hepsinin zoraki olduğunun farkındayım. bak mesela öz kardeşim bile gelmeyecekmiş tenezzül edip. canı sağ olsun. kendisine sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. iş yerinden alakasız insanlar bile daha candan davrandılar. kardeş lafına güvenip otomatikman sevgi görecekmişiz falan sanıyoruz. boş.

manita da yok. gerçi sevgilimiz, kocamız vs olsa bile yalnızız ya. sadece görüntü kurtulmuş oluyor.

bi annem kaldı beni umursayan. yarın o da olmayacak.

yalnız kalmak değil, yalnız olmak istiyorum. insan yalnız olduğunu baştan kabul ederse, beklenti içine girmezse hayal kırıklığı yaşamaz. şu anda benim için en güzel kutlama, kendi hayatım, genel hal ve gidişatım üzerinde düşünürken içmek. tek başıma. fonda sevdiğim müziklerimle...



öf, az önce ofis kutlamasında çekilen birbirinden berbat fotoları fb'ye koydular. bu hayatta fotoğrafı çekilen değil, fotoğraf çeken olmam gerekiyor benim. en azından beni özen göstererek fotoğraflayacak kadar seven birini bulana kadar.. viç iz düşük ihtimal.

hem göze hem kulağa!



janım benimm <3

14 Haziran 2010 Pazartesi

allah tamamına erdirsin!

inanamıyorum. o kadar söylenmeden sonra, pasaportum daha başvuralı bi hafta bile olmamasına rağmen geldi! hiç beklemiodum vallahi. pek mutluyum.
çipli pasaport lafını duyan herkesin ilk sorusu "ee, çipi nerde bunun?" oldu. ben de göremedim ama kapakta olduğunu tahmin ediyorum. "çipini unutmuşlar!" paranoyası da yapmayayım artık, di mi? bu kadarı benim için bile fazla olur.

şu leziz pasaportu güzel günlerde, süper gezilerde kullanmamı nasip eyle yarabbim!! :)

11 Haziran 2010 Cuma

T-Rex - cosmic dancer



ruhun dibine işliyor..

9 Haziran 2010 Çarşamba

biyometriden kaldınız!

bionik kadının bile benim kadar biyometrik fotoğrafı yoktur heralde!


her sene olduğu gibi bu sene de heves edip "yaban ellere gidicem!" diye planlar kurarken karşıma, "10 yıldan eski pasaport cüzdanlarını sevmiyoruz, vize de vermiyoruz!" kaprisi çıkınca pasaport şubesine gitmek şart oldu. iyi, güzel.

araştırmalar yapıldı. gerekli belgelere internetten bakıldı. arkadaşın tavsiyesi üzerine istemeye istemeye karşı pasajdaki dandik fotocuya gidildi ve normal vesikalıklarla birlikte vize için lazım olur diye 6 adet biometrik vesikalık da yaptırıldı. harika!

sonraki sabah şubeye gidildi. tabii ki sıra no kalmamıştı. bari harcı yatıralım dedik. o sırada dank etti, "hazır yeniletmişken, çipli pasaport alalım, modernleşelim, gavurlar kötü gözle bakmasın" dedik. iyi, güzel.



işe döndük, internetten randevu aldık. fakat çipli pasaport için de biometrik foto lazımdı ve elimizdekilerin ölçüsü sitede verilen ölçüden farklıydı. yeniden çektirmek şarttı. randevu günü sabahtan bu sefer dandik olmayan bir fotocuya gidildi, emniyetin sitesinden ölçülere bakıldı ve 4 adet daha uygun vesikalık yaptırıldı. artık beni kimse tutamazdı!

randevu saati gelince şubede vaziyet alındı. belgeler verilirken memur abimiz fotolarıma bakarak, "bunlar olmaz, 5x5 amerikanya modeli biometrik olması gerek" deyiverdi..

isyanımı haykırmaya ufak ufak başlamışken, memur abinin "sesinizi yükseltmeyin hanfendi, burası şikayet bölümü diil, şikayetinizi ilgili bölüme yazarsınız" uyarısıyla! biraz toparlandım (memura yamuk yapılmaz, hele işin bitmemişken. a benim salağım!).

ve benim gibi, gün içinde yapılan bu ani ebat değişikliğini telepati yöntemiyle algılayamayacak kadar geri kalmış bir avuç pasaport isteklisi yurdum insanıyla karşıdaki fotocunun yolunu tuttuk.

ordakilere biraz durumdan yakınıp içimi boşalttım. bu arada terden parıldayan yüzümle şaşı baktığım pozum aceleyle çekildi. neyse ki, son anda ruj sürmeyi başarmıştım. heyyo!



sonra dualar okuyarak bi kez daha memur abinin yanına çıktım ve gerekli evrakları doldurup allaha havale ettik.. başvuru yaptığıma dair hiçbir kanıtım yok. pasaportum gelmezse, elimde kalan şaşı ve ağlamaklı bakışlı 12 biometrik fotoyu bi bardak solüsyon suyunda eritip içmeyi planlıyorum.

5 Haziran 2010 Cumartesi

work!

Work from Michael Rianda on Vimeo.

yaşlıyım yaşlı

benden geçmiş anladım. öle gece çıkıp eve sabaha karşı gelmeler, ıptıs dumtıs bangır müzikler altında ayaklarda dikilmeler, saçma sapan içmeler.. bi de o zamanın boğucu sigara dumanını da ekleyelim. eski halimi de kofti bulurdum ama beterin beteri varmış. artık hissiyat olarak da feci uzaklaştım zaten. ne çıtır kovalayacak mecalim var, ne de karılarla aşık atacak. umrumda değil.



barlardan bulduğum saçma adamlarla uzun ilişkilere girmek gibi hatalara da düşüyorum yetmezmiş gibi. al işte, hala eski olduğunu kabullenemeyen, bitti!den anlamayan sorunlu eski sevgilim tarafından bir aydır duygusal olarak taciz ediliyorum.

yazık. oysa herşey çok güzel olabilirdi. ama saçma kıskançlıklar ve akıl oyunlarıyla bok ettin bıraktın. keşke bu kadar sorunlu bir insan olmasaydın canım, ama çok bile dayanmışım ben sana.

oha be abi! dönüp bakıyorum da ne diye çekmişim bu herifin kaprislerini?? hala da çektiriyo. acıyorum da bi yandan ama. yok, acıya acıya, acınacak hale düşen yine ben oluyorum.

3 Haziran 2010 Perşembe

şiş tetris

27 Mayıs 2010 Perşembe

the fall



görüntüleri, müziği, karakterleri ve oyuncularıyla (ve tabii lee pace'iyle) en sevdiğim film budur.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Your death could not kill my love for you



Your memory stays
It lingers ever
Will fade away never

24 Mayıs 2010 Pazartesi

lostum, lostuuum!

eh lost..öeh lost..ööeeeeeeeeh be lost! kızıyorum ama hakkım da yok, biliyorum. sonunda hayatın anlamını falan açıklayacağını sanmak saçmalığın ta kendisiydi zaten.

ii dalga geçtin bizimle lost! dicek hiçbişi bulamıyorum, lost. 6 yıl be! dile kolay.

hele o final sahneleri... karşında bizim gibi saftaronları buldun, anıra anıra gül, geç dalganı. "ne güzel kerizledik bu salakları!" diye kikirdeşen oyuncular birbirlerine sarılır, helalleşir. jek'le babası giderayak suyu bulandırcak bi ölümlü, zamanlı felsefik muhabbet tutturur ki, benim gibi zevzekler "dur lan, aslında bişi diyo ama ben anlamadım galiba." diye iyice mala bağlasın, bi halt anlamadıklarını cümle aleme açık edip rezil mi olacaklar acaba diye iyice dertlensin.

amaaan..neticede, bi halt anlamadım ben bu sondan. hissettiklerimse şunlar: neticede mutlu son oldu. herkes cennete gitti. zaten ada da arafmış. o ışıklı yer de cennetmiş. zebaniyi geberttiler. sevenler birbirine kavuştu. hırs kurbanları hatalarını anladı. tövbe etti fln. hügoylan bünyamin cennetin bekçisi oldu. jek de ilk bölümde gözünü açtığı yere uzanıp gözünü kapadı. yani, demek istiyo ki, "benim bi gözümü açıp kapamam burda bi an sürdü, sizse 6 yıl kaybettiniz. muhahahah!"


30 saniyede lost adlı parodinin çıkmasını bekliyorum ben şimdi. her bölümden sonra iyica yamulan beyinlerimizi, hayatımızın yüklü bi kısmını bu diziye harcadık, bari dalgasından neşemizi bulalım.

THE END.

milliyet'te gördüğüm bir yorumda kendimi buldum: "Acaba ben mi tam farkına varamadım, çok müthiş bi final oldu da ben mi anlayamadım? 6 sezonun en kötü bölümü mü? Acaba şoktayım da müthiş bir bölümü farkedemiyor muyum?"

kaytar.com

işten kaytarırken rastladığım hoş bir site. güzel fikirler var:

kirpi koruyan bumper:



çift taraflı diş macunu tüpü:



böle böle sıkılıyo:





hevesin kursağında kalması..bu durumun benim için sıradan ve betonlaşmış olmasının nedeni ne? her halta gereksiz heves mi ediyorum yoksa? "heves olmazsa ben uyurum ki bütün gün, ne diye kalkayım yataktan!" dicem de, o da yalan olucak. e, burda yalan söylemenin anlamı yok.
Öyleyse, neden kalkıyorum çoğu sabah yataktan? mecburiyetten! iş, güç, sorumluluklars.. ama her güne heves ederek başlasam fena mı olurdu? o hevesler makul düzeyde göte gelse bile, dert diil. insanız, manyağız. öle her dakka tıkır tıkır işleyen düzen de batar adama. yeter ki, bu göte gelmeler olağan hale gelmesin; heves, hırsa sarmasın. bence ideal yaşam budur işte.

aklım almıyor!

yine bir evleniş haberiyle günü açtım.
insanların aradığı kişileri bulması, evlemesi ve bu süreç içinde mutlu+huzurlu olması bana o kadar, okkaddar şaşılası geliyor ki, aşağıdaki planktonum gibi saf şaşkın bir ifadeyle kalakalıyorum. vay anasını!
daha gençkene yaşıtım insanların sadece evlenmiş olması haberi bile bende dumur etkisi yaratıyordu. hatta lise zamanında yakın olduğumuz rakır bi arkadaşımın evlendiği haberini alınca bende oluşan ve dışarı yansıttığım panik havasıyla kızcağızı korkutmuş, benle muhabbetini kesmesine neden olmuştum. düşününce gülüyorum: birine "bilio musun, ben evlendim eki ki" tarzı bir sevinçle mutlu haberi veriyorsun, ama karşındaki denyo "Nassı yani? nassı ya??..." diye mala bağlıyor.
eh yani, sonradan çok bi muhabbetimiz olmadığı için, benim kafamda o kız 10. sınıf sıra arkadaşım, çılgın + flörtöz + brit rakçı asi bir kız olarak yaşıyor hala. hal böyleyken seneler sonra bana, aynı konuşma içinde önce bankacı olduğunu (tamamen anti-rock bi iş..bankacılık..öeh)ve evinin kadını olduğunu söyleyince benim de dumurlara uğramam normal...di mi?

Günün Kötüsü: Plankton



işte, zat-ı muhterem benim en sevdiğim kötü tip oluyor. Kötü ama saf :) ne sevilesi bir ikili. Şu duruşa bak ya, yerüm! Mini çakalım benim.

22 Mayıs 2010 Cumartesi

reklamlar kovalasın!

Cepten reklam mesajlarına alıştık artık ses etmiyoruz da.. yani şurda babamın senesine bikaç gün kala, adamcağızın kanserden öldüğü hasteneden cebime "kanser ünitemizi cillop gibi yaptık, sizi de bekleriz" tarzı bi mesaj da gelmesin ama ya! öle bi yazmışlar ki sanki ortamı görünce kanser olup orda yatmak isticez. mesajı çöpe, atanları da allaha havale ediyorum.

21 Mayıs 2010 Cuma

baştan çal, sam!

hissettiğim her kırıklıkta kendimi ölüm döşeğinde sanıyorum. bu da bi çeşit depresyon belirtisi olsa gerek. ya da abartılmış hastalık hastası olma durumu.
asosyallik, hüzün, kuruntu.. tüm bunlar benliğimin bir parçası mı yoksa kurtulmam gereken sorunlar mı, ayırt edemiyorum. öte yandan, melankolik olmak kerizlikle eşdeğermiş gibime geliyor. hayat kısa çünkü. ne kadar mutlu olursan yanına kâr. mantığın ve duyguların bitmez savaşı tüm hızıyla ve tüm sıkıcılığıyla sürüyor. nördlük gibi olmasın ama, beynimize de format atabilsek ne güzel olurdu.
..neyse yatayım. neticede, uyku gibisi yok.

i will always wait for you to catch me..



i will always wait for you to catch me..
i will always wait for you to catch me..
i will always wait for you to catch me..
i will always wait for you to catch me..

"her zaman sonumuz videodaki gibi oluyor galiba."
KDD (kerizliğe doymayanlar derneği)

amiral kafayı buldu



bayıldım bu oyuna! Amiral Battı oyununun bar versiyonu imiş. Her ıska için bi yudum su, isabetli atışlar için de shot bardaanı boşaltıyomuşsun. bundan kendime yapabilir miyim acaba? sonu gelmez projelerimden biri olarak kenarda dursun bakalım.

20 Mayıs 2010 Perşembe

reçete

akıl ve kalp sağlığı için 10 kere tekrarlayalım:

o, senin onu düşündüğün kadar seni düşünmüyor.
o, senin üzüldüğün kadar üzülmüyor.
kafan karışmasın, verdiğin karardan dönme.
böylesi daha iyi. fazla düşünme. (bari uyakla bitireyim)

18 Mayıs 2010 Salı

mgmt - flash delirium



büyük bi aşkla dinliyorum, izliyorum!

günün beybisi

unutmadan..
yeni transferimiz mehmet batdal'a buradan hoş geldin! diyorum çapkınca kişneyerek. mihihihihi.. foto da koycaktım ama web'deki fotolarına baktıkça bi soğur gibi oldum.
en iyisi bugün tv'de izlediğim halin aklımda kalsın memetçim. sen de hep böle kal, e mi. saçını falan kestireyim deme. aferin.

dönmesem olmaz mı?

yarın istanbul'a dönüş. öf!
bi halt anlamadım ki ben bu mini kaçıştan :(

her taraf yemyeşil olmuş, vızır vızır dev eşek arıları uçuyo, kuşlar cıvır cıvır ötüyo, gelincikler açmış :) çapraz karavandaki alaman veledin -yakından bakınca sevimli ama kerata- kesilmeyen mızırdanmasını saymazsak feci huzur dolu bi ortam. nası bırakılır da işe dönülür ki? araba da kullanamadım. gelirken yaşlı Yunanlıları ezmekten şans eseri yırttığım 1 dakikalık tecrübeyi saymazsak tabii. hahaahahah! bi havayla sürücü koltuğuna oturmuştum halbuki yarım dakika önce. koltuğu ayarla, aynaları ayarla, kemeri tak ama sonra fren diye gaza bas! salak! neseki vites boştaydı da kitle katili olmaktan kurtuldum. annem, kalbime ağrı girdi valla, diyerek beni törenle eski koltuğuma geçirtti. rezil olmayı geçtim, iyice strese sokar oldu beni bu araba kullanma işi :( nası alışıcam hiç bilmiyorum.

tembellik etmiim, biraz daha yazayım:
dün annemle tuvalete doğru yollandık. diş falan fırçalıcaz. -annemin kesin emri var: karavan deposundaki su bitirilmicek- hollandalı bi herif de önümüzde kıvırtarak yürüyo, elinde şampuan havlu fln. duşlara gidio heral die düşünürken bu, kadınlar tuvaletine girdi. cevval anam hemen seslendi arkasından "mösyö!" diye, dedim, anne sakin ol ben sölerim. girdim içeri, zevzek herif eğilmiş lavaboya. duyuspikingliş? dedim hızlı hızlı. yes, dedi sırıtarak. diz are vumıns toylets, dedim. yes ay no, demesin mi! der ar şavırs ovır der, dedim üsteleyerek. gene sırıttı, ay no, dedi. its okey'miş! senin için okey de bizim için diil belki kardeşim. alla alla! ben tuvalette yıkanırım arkadaş diye ısrarlıysan, git kendi mis gibi tuvaletine. orda naapıcaksan yap. neden özellikle kadınlar tuvaletine giriyosun ki? okey dedim ben de, ne diim. kendimi pek şark kafalı bulup hafif utanmayı da elden bırakmadım. adamlar rahat, kasmıolar bizim gibi. herifin o pis sırıtışına uyuz oldum ama bi yandan da. terbiyesiz! annemin yanına geldim. annem durmaz tabii, söylendi, olur mu böle gitsin duşa, vırvır. herif nihayet çakozladı, çıktı sona. hehe.
bu turist insanları genelde böle oluyo. iki adım ötede mutfak var, bunlar gelip tuvalet lavabosunun orda yemek hazırlar, öbür taraftan donunu yıkar. bana kalsa koca kampı kendime ayırıcam zaten. mümkünse iyice ıssız olsun. insansız. human free.

vay be! detaylı yazınca çok mühim bişiler yaşamışım gibi oldu. demek işin sırrı buymuş. fasa fiso demiycen yazıcan. hadi bakalım!

oyun


17 Mayıs 2010 Pazartesi

budur!

uykuda her şey güzel

gelincikler



galiba en sevdiğim çiçek gelincik. o kadar zarif, kırılgan ve bir o kadar da özgürler. doğadan koparırsan ölürler. yabaniliği seviyorum.




"...dönüp dolaşıyorum çamların arasında kendi yalnızlığımla; beni bütün yaşamımda hiç yalnız, hiç tek başıma bırakmayacak olan en iyi dostum yalnızlığımla; bana kendi kendime yetmeyi öğreten yalnızlığımla; bana direnmenin, dayanmanın dersini veren yalnızlığımla; beni bibaşımayken de kalabalık eden yalnızlığımla, her bırakılmışlığımda, her yıkılmışlığımda elimden tutan yalnızlığımla..."

aziz nesin - böyle gelmiş böyle gitmez - I (s.494)

doğru

'...bir ilişkide değerler sıralamasında biri ile anlaşamıyorsan tüy yavrucuğum. Senin önceliklerinle onunkiler kısmen uyum sağlamıyorsa, problem var demektir. Hayatın herhangi bir alanında başarıyı yakalamamış bir şeyi iyi yapmamış hiç kimse ile beraber olma. Olursan ruhunu paramparça ederler' Meral Okay

tüm luzırlara

sinizm


böle bi laf eden adamdan kuşkulanırım ben, arkadaş!

dilini keserim!



o diil de, insanların en tanımadıkları saçma tipleri kolayca fb arkadaş listesine eklerken beni böyle bekletmesi gerçekten sinirime dokunuyor!

16 Mayıs 2010 Pazar

bir hatıra olmak üzere, kardeşimiz carlos


10 sene de bir ömür yaşamk için çok kısa be! gerçi daha ölmedin carlos'cum ama dede efendi oldun. bugün ısrarla başını okşatmak isteyen halin pek dokundu içime :(

hüsran hayatım

gene üretkenlik hevesiyle blog başına geçtim ama yok şablondu yok gecıt ayarıydı hevesim kaçtı, tembellik bastı.
o kadar zamandır gelmek istediğim doğanın kucağında karavan içine tıkılmış, aptal ekranına bakıyor olmam da cabası. peh!
hep böle oluyo zaten, readerdaki takip ettiğim blogları okuyup "ben de böle komik yazabilirim" diye gaza geliyorum, ama sonuç hüsran. galiba o yaşanılan hayatları da kıskanıyorum. işim gücüm kıskanmak oldu zaten. öf.
ben 17 yaşındayken neden yoktu bu bloglar sorarım size! o zaman en azından ironi yapabiliyordum. herkesten zorum vardı. şimdi ise sadece kuru kuru kendimden zorum var. beni bile sıkan bir umutsuzluk. yaşlılıktan mı oldu bu? yoksa ben düşündüğüm kadar komik değil miymişim aslında? düşündükçe kendimi pek ciddi, düz bulmaya başladım.

13 Mayıs 2010 Perşembe

öf, nerden açtım bu bloğu? her gün yazacak, şablon sorunu çözecek hal mi var bende? bu blogdan da zorum var!
hayatımda ilk defa masaj yaptırdım. canıma okundu. 28 yılın acısı çıktı resmen. o kadar kasarsan böle olur tabii.

6 Mayıs 2010 Perşembe

akıl hastası olmayan bir insan evladı var mıdır, diye merak etmeye başladım. çevremdeki herkes kafayı yemiş vaziyette. insanlığın sonu böyle mi gelicek acaba?